Cahit Zarifoğlu Sözleri


Türk edebiyatının usta isimlerinden Cahit Zarifoğlu için hazırladığımız güzel sözler sayfamızda Cahit Zarifoğlu’nun bir çok şiirini, kitap sözlerini ve alıntılarını detaylı bir şekilde sizlerle paylaşıyorum;

En Güzel Cahit Zarifoğlu Sözleri Kısa

Bir ölüm vefalı bir de sonbahar.

Kuşlara takılıp gidiyor aklım.

Bitti o şiir, başka mısra gerekmez.

Düştümse sana bakarken düştüm.

Ben onunla içimden konuşuyordum.

Şu küçücük kalpte nice hakkın yüklü.

Bir tabut düşün, içinde ben, içimde sen.

Az ağlıyoruz, dünya bu yüzden çok kirli.

Şöyle olmuş: Ben sen demişim sense sen.

Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.

Şöyle irice bir kelime bul ok atsın yüreğime.

Filistin bir sınav kâğıdı her müminin önünde.

Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.

Cahit Zarifoğlu Sözleri Resimli

Hayır kalbim yorulmadım hayır hayır yıkıl daha.

Ah şu yalnızlık kemik gibi ne yana dönsem batar.

Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çok kirlenir.

Bize sözlerimizden çok yüreğimizden anlayan gerek.

Ateşe hakiki bir çay koyalım. Şehri unutanlardan olalım.

Farz et körsün olabilir. El ele tut. Taş al ve at. Kâfiri bulur.

Gelecektim ama daha kötü bir hatıram olsun istemedim.

Zira, gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.

Az az ölüyoruz her gün yağmurdan havadan bahseder gibi.

Değil mi ki kavuşmalarımız topal. Ayrılıklarımız koşar adım.

Başıma düşmüş sevda ağı. Bir başıma tenhalarda kahroldum.

Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak arayacağımız yer bellidir.

Ve insan en çok göğe vurgun. Sonra zifiriliğe, şiire ve hep Allah’a.

Dedim ya işte bocalıyorum. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?

Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz.

Bazen yağmur olmak ister insan. Yağmak ister sevdiğinin yüreğine.

Kapı aralığından baktığımda görebildiğim en güzel şeydir yaşamak.

Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönemezsen.

Seni sevmek merhamettir Kudüs. Seni sevmek Peygamber duası gibi.

Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.

Evet hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa?

İnsan sevmeli; bazen bir insanı yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu.

İçim, ey içim. Bu yolculuk nereye? Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin.

Çok geçmeyecek aradan şöyle diyeceğim: Bulutlar açmadı, mavi gök orda mı?

Adam acı mümkün olduğu kadar kendi içine aksın diye yüzünü öne eğmişti.

Unutulmaz Cahit Zarifoğlu Sözleri

Haydi bir şeyler daha yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca acıkınca nasıl anlıyorsak yazmak anını da anlarız.

Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu münakaşa ve cedel su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl ya da engelle.

Bu dünya soğuk. Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer. İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi.

Bakıyorsunuz zulmedilenlerin tek ortak özelliği var Müslüman oluşları ve zulmedenlere bakıyorsunuz onların da bir tek özelliği var Kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri.

Buruşturularak atılmış bir kâğıt parçası gibiyim. İçimde kalkıp gidenlerden doğan boşlukların ağırlığı… Ve sevmek. Ve korkmak ve nasıl uzaydaymışım gibi yalnızım.

İnsan kendi mutlu olma imkânını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin romanların içinde değil kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan andır.

Bir duruşu olmalı insanın. Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı.

Alnı secdeye inen insanların sesleri birbirine bağlanabilirse ancak o zaman sokaklar meydanlar ardına kadar açılır.

Bu dünya soğuk… Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer.

Ve önemli olan ‘an’dır. Onu ibadet sabır anlayış tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.

Biz kendimizi hep doğru yoldan ayrılmamış kabul eder ve dünyanın bir imtihanhane olduğunu hep başkaları için düşünürüz.

Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden Suriye’nin toprağından Bosna’nın bayrağından Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz.

Oturup konuşsak geçerdi belki her şey, başını alıp gitmek sevdaya dahil değil.

Bilmediğim ve ne yapacağı belli olmayan bir duyguyla hırpalanıyorum boyuna.

Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki şair aşka boyun eğer zulme değil!

Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz. Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.

Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.

Sevgisizliğinin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır.

Yaşamak bir perde gibi kalkıyor aramızdan. Zamansız mekânsız bir tünel başındayız şimdi.

O sabah ezan sesi gelmedi camimizden. Korktum bütün insanlar için bütün insanlık adına.

Merhamet capcanlı bir kuştu insan kalplerinde. Bir ölçü bir adaletli ki eşi emsali bulunmaz.

Bir gün ister istemez karşısında olacaksın kaçtıklarının. Dua et o gün henüz mahşer olmasın.

Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir. Alevler bir ayrı âlemdir. Dirlik sevinçtir göç içimizedir.

Yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki, Züleyha. Bir insanın, bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben.

Bana hissettirdiklerini seviyorum, sanki her şey mümkünmüş gibi, sanki yaşamaya değermiş gibi.

Ehli takva olun ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin.

Şimdi yoksun üstelik uzaktasın ellerin yapayalnız biliyorum gözlerin dalıyor yine hep benim için olmalı.

Vicdanen rahat olmamız yetmiyor. Başkalarının hakkımızda yanlış kanaatler edindiğini görmek üzüyor bizi.

Çıktığım her yerin kapısını sert kapatmamla tanınırken, senin kapın çarpmasın diye arasına elimi koydum.

Kalbinizi yumuşatın ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.

Ayrılıkla başım belada gözlerini çevir gözlerime yoksa ben sensiz bu sessizlikle. Deli gibiyim sensiz bu sensizlikle.

Hayalimin ayağı yere değmiyor henüz. Onun gerçekleşmesine dayanacak onun yükünü kaldıracak topraklarım yok.

Cahit Zarifoğlu’nun Şiirleri

Edebiyat’ın yıldızlarından olan Zarifoğlu’na ait birbirinden güzel unutulmaz şiirleri sayfamızda derledik şimdi incelemeye başlayın ve sosyal medya hesaplarınızda paylaşın;

Yedi Güzel Adam

Yedi adam biri bir gün
bir kan gördü
gereğini belledi
yari alsa koynuna
Ayırmaz kanı yanından

Beyaz haberlerim var kardeşlerim
-Bir güzel ince gelin
Kabartır göğsünü toz duman içinde
gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde
İçerlerden bir taşlı tarladan
Kaynayan nehrin gözünde
unutmuş gelin alınlığını
Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı
Kalın bilekli badem topuklu
Seyirtir o ince gelin
grevli’ler şifalar götürmek için

Beyaz haberlerim var kardeşlerim
Gölgesiz meydanlara
aklı yağmalayanlara arasından
yayılırsa karanlık fısıltılar
Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri
Muhtemel bir genç kızın
Başına atılırsa

Yedi adamdan biri
Bir gün bir kan göreni
Kabukları soyulmuş
Taze devrilmiş bir ağaç gibi
Çeker çıkarır kendi kadınlardan
Fırlar yataklarından tatlı uykudan
Çıplak çıkarır kendi kadınlarından
Fırlar yataklarından tatlı uykudan
Çıplak yalın ve güzel adaleli
O er alarak
Seğirtir danseder gibi
Önce sağlam olmalı arkam
O ince gelin
Belirir hemen ardında erin
1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi

Gidiyor dansöz gibi
Yere ve göğe açık avucunda o kan
O işlem onda güvercin ve sevap
Onlarda en ağrımalı yara
Ve yollanıyor o güvercin onlara
Güvercin değişiyor gittikçe ondan
Güvercin değişiyor vardıkça onlara
ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek-
Yedi adam artık bir kan göreni
Varıyor dengede
Kuğu gibi sarkıyor onlara
akıyor onlara
şiirler söylüyor ve mısralarında
işlek çelik kümeleri
ve kalkıyor her bir ulaşmasında
iki yanında sülüs ve yay gibi
bir vuruşta öldüren elleri
Karanfil serpercesine
Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara

Güzelin düşmanı güzel olur
Güzelin yari güzel olur

O varıyor tüm meydanlara
Kanı okşayarak ve kabartarak

Kanı okşa ve kabart
Ve sonra sabah kahvaltısında
İçinden geçirmekle varsın sofrana
Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin
Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı
Gürbüz bir yumurta

Cahit Zarifoğlu – Yaşamak

Neden diye sormayın hemen. Onu ben kendi kendime de açıklayabilmiş değilim henüz.
Kişinin ihtiyaç duyunca aramasının binlerce çeşidi olmalı.

Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir. Bakınırız ve onun işaretlerini tanımakta güçlük çekmeyiz.

Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş. Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım, zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.

Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum.

Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.
Kederli olduğumda söylenemez zaten. Buna sebepte yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felâket geçirenlerim var.
Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.

Hiç beklemiyordum, birden kadın bana çevirdi bakışını. Tanrım ne büyük bir merak içindeydi bu bakış. Durmadan sormaktaydı. Hayattan ne beklediğimi sormaktaydı…Günü birlik yaşama içinde elde edilebilen sayısız imkanlar kaçırmıştı.

Bu durumda ona bakmak zordu. Huzursuz kımıldayarak ondan kurtulmaya çalıştım. Fakat bakışımı tutmuştu, ondan ayrılamıyordum, tanışmıştık bir kere. Tekrar karşılaştığımız takrirde, sorularını, ikinci kez tekrarladığını bilerek, düşündü mü der gibi, başkalarının öğrenmelerine duyulan güvensizlikle, yine alay ederek tekrarliyacağını düşünüyordum. Fakat umulmadık bir anda başka, herhangi bir şeyle ilgilenmeye başladı… Birden sahipsiz kalmıştım. Bakışım, yere paralel durmak zorunda bulunan, fakat içindeki sertlik süratle yumuşayan bir bakır tel gibi eğiliyordu boyuna. Durumun saçmalığını kavrayıncaya kadar bir an bocaladım. Bu belki de devam edecekti ama, seni hissettim. Evet, bakıyordun, yanılmamıştım…Bunu hissetmemden ne kadar önce başlamıştım bilmiyorum ama, bakışlarımız karşılaşınca kaçtın, önüne döndün…ve dönmen için zamanın vardı. Fakat dönmemiştin. Omuzlarından bana dokunup kaldığını anladım.

Görüyordun, beni hissediyordun.

Ve o zaman başladı.

İste yine bir şey var.

Bakıyordum sana.

Şimdi birşeysin benim için…Varsın.
Fakat bocalıyordum.

Gizlice düşündüğüm, farkedilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiç bir teşebbüste bulunmadan birden bire atmak için yine hayal mi kuruyordum.

Dedim ya işte, bocalıyorum.

Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?

Mavi Gök Orada mı

Bakıyorsun kuşlar
Hazır
Sokak lambaları yanık unutulmuş
Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan
Çok geçmeyecek
Martılar beyhude turlar atacak
Kıyılar lağım konserve kutuları
Mısır koçanları

Sevgi aranabilir yine
Korkusuzca say koskoca kederlerini
Bir kuyu bulunabilir

Aklımdan çıkmıyorsun
Sen hâlâ dizüstü
Bunca anıyı besleyerek
Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
Görür gibi olarak açıp baktığımı
Bense şöyle diyorum:
Buradan bir acı kanamış boyuna

Kuşlar hazır

Öncü havalanmak üzre
Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
O vapur hâlâ hınca hınç
Kimbilir her biri hangi dünyaya sağır
Çok geçmez aradan

Kadınlar kapı önlerinde
Ellerinde meşalelerle
Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları
Yorgun bir sarıyla ben de
Geçeceğim önlerinden

Aklımdan çıkmıyorsun dedim
Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya
Telefonlar yan hücrede çalışıyor
Bense kurşunî bir dere
Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar açılarak
Yapyaşlı bir rum kadın
Her şeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
Haydi koşayım diyorum belki dağılır
Koşuyorum
Sancağımda kendi rüzgârımla ölgün kıpırtılar
Hayır daha sevgili daha sevimli değil
Ne başka bir gün ne başka bir zaman

Çok geçmeyecek aradan
Şöyle diyeceğim:
Bulutlar açmadı
Mavi gök orda mı

Sen Bir Kuş Olur Gidersin Bir Trenle

Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik
ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.

Sultan

Seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum

Aşk’a Dair

Öyle sofralar gördüm ki
İnsan kasları vardı tabaklarda

O eğik gövdeler önünde yalnızlık
Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu
Bir kadın
Bir erkek

Gizlice soluyordu
Bir erkek av arkadaşından
Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak
Kamışlıktaki sazların arasından
Ilık ve yapışkan fısıltıları
Ayırarak alarak
Urgan gibi bedenine doluyordu

Her şeye benzeyebilirken o
Hiçbir şey benzemezken ona

o ünlü borazan
Başlarsa saçlarımızın diplerinden
Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan
Kimliği yapışır yakamıza

Bir erkek mi o
Göle yatmış bir güneş demetinde
O mor ışında
Bir köpek ölüsü gibi yatan

Hızla kayan
Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi

İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tütüne çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkândaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına

Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelâle saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar

Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere

Yün gören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim

Uyarılan Şair

Bakımlı parkların görgülü ağaçları
eli yüzü düzgün kibar dalları
Sarı yaprakları günışığını sarınmış bırakmamış
Banklardan her birinde gündüzden kalma bir koku
Bir kedi miyavlar yalnızlık hakkında
elinde bir belgeyle geçer
Yakın denizde bir derinlik kokusu
ve kımıldayan bir ölüm duygusu
Ve deniz
Onun sularda olmayan bir sesle
mendireğin iri kayalarına yalvarışı
Işıklarını takınmış zillerini kapamış son ada vapuru
Haydi ay da sulara kaysın denize yaysın gümüş dantelasını

Bir şair olarak geç karşılarına
Bir de sevgili yavrula kalbinin minicik seslerinden
Yavaş yavaş boğulan
Hafif bir de sarhoşluk özlemiyle kendini
Parktan anladığın dostluğa ver

Bir miktar da elbette ağlamak istersin
Saçın kararmış yakından neşeli insanlar geçmiştir
Haydi toprağa çök de ağla
Ve bre
Başının üstüne uykular çağıran adam

Kendi yamanevinden habersiz dam özleyen adam
Bu şehrin gecesinde bulduğun safiyet şeytandan
Deniz ve vapurlar ay ve ağaçlar ne de kedi
Ne de elin ayakların duydukların gerçek yerlerinden değil
Şimdi geç bunları geç parkları geç
Hepimizin yırtılır gibi olan ağzına bak

Yazdıkların şiir değilse kalsın
Cennetse sevdan çık dışarı
Solgun ışıklar
Sessiz ağaçlar parklarla
O cümbüş gecesini de tak peşine
Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın…

Yorum yapın